Bosna-Hersek
17 Eylül Bosna-Hersek, Saraybosna
Bu sabah biraz erken kalkıp kahvaltımı, adını sıkça duyduğum, hatta İstanbul’da birkaç yerde yediğim halde diğer böreklerden pek ayıramadığım Boşnak Böreği ile yapmak istedim. Burada önerilen börek salonlarından biri Buregzinica Bosna, diğeri gibi Başçarşı’da o da.
Tüm çeşitlerinden azar azar istediğimde gelen tabak buydu 🙂
Kıymalının içinde bildiğiniz köfte var, yerken dudaklarım titriyordu. İstanbul’da ekmek kalınlığında hamuru ile servis edilenden ziyade bu böreğin hamuru çok farklı denebilecek ölçüde inceydi. Bu koca tabak dolusu börek ve yanında ayran (Boşnakların söylemiyle yoğurt) sadece 4 KM (6 TL).
Bu sabah Bosna’yı “Free Walking Tour” ile gezmek istediğimden geceden rezervasyonumu yaptırmıştım ve buluşma saatine kadar zamanım olduğundan, börekle başlattığım festivale siyah çayla devam etmek istedim. Ancak ne yazık ki hemen yolumun üzerinde Başçarşı’da yer alan Ayna Kafe’de içtiğim çayda istediğim lezzeti bulamadım. Çay da kahve gibi yanında lokumla servis ediliyor. (2 KM)
Çayımı yudumladıktan sonra hala zamanım olduğu için aheste bir şekilde Gazi Hüsrev Bey Camii’nin gezerek yavaş yavaş buluşma yerimiz olan Susan Sontag Meydanı / Milli Tiyatro Meydanı’na yürüdüm.
Gazi Hüsrev Bey Saraybosna’nın Babası olarak biliniyor bu arada. Alttaki fotoğraf camii avlusundaki türbesine ait. Savaşta burası da harap olmuş, Sırpların tüm Osmanlı Eserlerini ortadan kaldırmak gibi bir idealleri varmış. Savaştan sonra Başbakanlık TİKA işbirliği ile Balkanlar’daki ve Saraybosna’daki birçok eser yeniden ayağa kaldırılmış.
“Free Walking Tours Sarajevo” adıyla Saraybosna’da ücretsiz – sadece bahşiş kabul edilebilen yürüyüş turları yapılıyor, ben de bir önceki geceden http://sarajevowalkingtours.com/ adresinden ulaşarak bugün için rezervasyon yaptırmıştım. (Tura katılmak istediğinizi bildirmeniz önemli.)
Diğer katılımcılarla birlikte neredeyse 20 kişi olmuştuk. Rehberimiz Nerima’ydı, Savaş yıllarında ilkokul çağında olan Nerima… Gezi öncesi Nerima, Bosna’nın bağımsızlığa giden yolda yaşadıklarını özetlemeye çalıştı. Ardından, önce savaş yıllarında Birleşmiş Milletler tarafından getirilen yardımların dağıtıldığı ve şu anda sebze meyve hali gibi kullanılan, kuru gıda ürünlerinin satıldığı bir pazaryeri gibi kullanılan yerden, savaş zamanında insanların kendilerini güvende hissettikleri ancak Sırpların hava saldırısıyla 1994 yılında 67 kişinin hayatını kaybettiği açık hava pazarına; buradan sırasıyla Katolik Kilise ve Ortodoks Kilise’yi görerek nehir kıyısına geçtik. Kıyı boyunca Osmanlı Camileri’ni görmek kolay, Nerima’nın bahsettiğine göre şehirde 200 kadar camii var. Ha bir de Sinagog; Saraybosna’da son kalan 600 kadar Yahudi’ye senede bir hizmet veriyor. Bu mozaikle Saraybosna Avrupa’nın ortasında Kudüs’ü hatırlatıyor.
İsa’nın Kutsal Kalbi isimli ve kapısında Papa 2. Jean Paul’ün heykelininin sizi karşıladğı Katolik kilisenin önünde, yer yer kırmızıya boyanmış, dikdörtgen çerçeve içinde bir alan mevcut (Savaşın Gülleri). Nerima’nın anlattığına göre bu kırmızı lekelerin olduğu yerlerde -3-7 kişi arasında- insanlar hava saldırıları sonucunda hayatlarını kaybetmişler.
Nerima, savaşın yaşandığı yıllarda ilkokul çağında ama tabii okul, derslik diye bir şey yok, derslerini güvende hissettikleri yerlerde yapmışlar; bugün bir yerde, yarın başka bir yerde… Patlama sesleri sadece derslerini bölmemiş, belki de onulması güç travmalar yaşatmış ruhlarında. Her sesle kendilerini daha güvende hissedebilecekleri yerlere kaçışmışlar.
Şehir Sırpların ablukası altında kalmış 4 yıl kadar. Bu sırada Saraybosna Havalimanı Birleşmiş Milletlerin kontrolü altında ve Avrupa’nın göbeğinde bir soykırım gerçekleşiyorken sözde yardımlar buradan ulaştırılmış. Sözde yardımlar diyorum zira gıda maddesi olarak getirilen kolilerden 30 yıl önceki Vietnam Savaşı’ndan kalma konserveler, bisküviler çıkmış. Nerima: “başka çaremiz yoktu, bunları yemek zorundaydık…” dedi ve ekledi “savaş sona erdiğinde elimizde kalan bu konserveleri köpeklere verdik, yemediler…”
Yugoslavya dağılmadan önceki lideri Tito’ya 22 kez suikast girişiminde bulunulmuş. İkinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın hamiliğini kabul etmeyen Tito’ya karşı gönderilen bu 22 adama mahsuben, rivayete göre Tito da Stalin’e bir mektup göndermiş; “Beni öldürmek için adam göndermeyi bırak. Biri bombalı, biri tüfekli beş kişiyi yakaladık. Bundan vazgeçmezsen, Moskova’ya bir adamımı gönderirim, ikinciyi göndermem” demiş. 1953 yılında Stalin zehirlenerek öldürüldüğünde bu kez gözler Tito’ya çevrilmiş.
Nerima’nın anlattıklarına göre ülkede derin bir işsizlik yaşanıyor; nüfusun %45’i, gençlerin %60’ı işsiz.
Gezimizi nehir kenarında devam ettirirken, Osmanlı Dönemi’nden kalma camileri, buraya ayak bastıklarında inşa ettikleri ilk cami Hünkar Camii’ni vb diğer eserleri gördük.
Latin Köprüsü’ne geldiğimizde; Birinci Dünya Savaşı’nın da çıkış noktası olan hikâyeyi dinledik Nerima’dan. Osmanlı himayesinin kaybolmaya başladığı topraklarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ağırlığını koyarak işgallerine devam etmiş. 1908’de işgal ettikleri bugünün Saraybosna’sı dönemin Sırbistan’ında, imparatorluğun veliahtı Arşidük Ferdinand ve Eşi Sofia’nın başına gelenleri şöyle anlatıyordu: “Veliaht şehre geldiğinde bugün Latin Köprüsü olarak bilinen köprüden önce gelen köprü yakınında konvoyuna önce bomba atılıyor ama bu bomba veliahdın değil onu görmeye gelenlerin ölümüne/yaralanmasına yol açıyor. Veliaht belediye sarayına geçtikten 2 saat kadar sonra yaralıları hastanede ziyaret etmek istediğini söyleyip eşiyle belediye sarayından ayrılmak istiyor, hastanenin yolunu bilmeyen ve ilk kez Saraybosna’ya gelmiş olan şoför ilk saldırının yaşandığı güzergâh üzerinden gitmeye kalkışınca civarda olan Gavrila Princip bu kez silahla veliahdı ve eşini öldürüyor.” Bugün Latin Köprüsü’nün bir tarafında Müze olarak kullanılan yer, suikastin yaşandığı yıl kafeterya imiş ve veliahdın o tarafa doğru geldiğini gören ve bu kafede oturan Gavrila ayağa kalkarak suikasti gerçekleştirmiş.
Müzede veliahdın eşiyle birlikte kostümlü bir heykeli, suikastte kullanılan silah vb. Avusturya-Macaristanlı yıllara ait objeler var. Müzeye giriş 4 KM (6 TL). Gerilim, polisiye filmleri seviyor suç aleti görmek hoşunuza gidiyorsa girilir, bunun dışında pek de gerekli değil.
Bu arada bu gezi panoromik gezi formatında (müzeye tur bittikten sonra yalnız geldim), bu anlattığım yerlerde zaman geçirmek isterseniz geziden sonra bireysel olarak dolaşmak istediğinizde 2-3 saat size yetecek.
Latin Köprüsü’nü geçip Başçarşı’ya doğru yöneldiğimizde, Nerima, Gazi Hüsrev Bey’den, camiinden ve yakınındaki saat kulesinden bahsetti, gezinin sona ereceği Morica Han’a doğru yüyürken de Hüsrev Bey Camii’nin karşısında yer alan ve Avrupa’nın ilk halk tuvaleti olan, yapımı 1530’a tarihlenen tuvaleti de gördük 🙂
Geziyi Morica Han’ın içinde noktaladık. Gazi Hüsrev Bey’in şehre bıraktığı eserlerden biri olan bu han –kervansaray da diyebiliriz- zamanında alt katında 70 taneye kadar ata ve üst katında 300 kadar misafire konaklama hizmeti vermiş. Üst kat koridorları çok geniş, odalarda çok kişinin kalabileceği şekilde hazırlanmış. Şimdilerde halı, kilim vb. satıldığı dükkanlar, bir restoran ve ofislerin olduğu bir han görünümünde.
Geziden hemen sonra saat neredeyse 1’e geliyordu. Vakit kaybetmeden savaş yıllarında kullanılan Umut Tüneli’ne gitmek istediğim için tramvaya geçtim. Ilıca bölgesinde yer alan Tunnel of Hope – Umut Tüneli, Saraybosna Havalimanı’na da yakın. Başçarşı’dan tramvayla Ilıca’ya buradan da taksiyle tünele gitmeyi düşünüyordum. Başçarşı’dan 3 Nolu tramvaya binerseniz son durak Ilıca (Ilidza), tramvay neredeyse her 5 dakikada bir geliyordu.
Tramvayda klima yok, sıcakta 30 dakikalık seyahat gerçekten zor oldu. Bir de üniversite durağında tramvayı boşaltarak arkadan gelen tramvaya binmek zorunda bırakıldık. Son durağa kadar konservede gibi seyahat ettim, tüm camlar açık olmasına rağmen nefes almakta zorlanıyordum.
Ilıca’ya vardığımda otobüs durağında bekleyen bir taksiye, tünele ne kadara gidebileceğini sordum, 10 KM dedi. Ben de yola çıkarak bir taksi çevirdim, taksilerde taksimetre var, açmayan olursa açtırın. Ilıca’dan tünele 6.5 KM ödedim. Taksici de 4 yıl boyunca tünelde bulunmuş, savaşmış, yüzünde yer yer doku kayıpları vardı, sanki şarapnel parçaları ile yaralanmış gibiydi.
Tunnel of Hope – Spasa Tunnel ya da Umut Tüneli
İlk inşa edildiğinde 801 metre uzunluğunda 1 metre genişliğinde, 1.65 metre yükseklğinde olan bu tünelin şu anda 25 metrelik kısmı sergileniyor. Tünel Dobrinja ve Butmir köylerini birbirine bağlıyor. Bu tünel, soykırım zamanında Boşnakların hayatla bağ kurdukları nokta, şehre gıda, silah ve cephane taşıdıkları, savaşın simgesi olmuş bir yer. Butmir’in bir tarafı Sırpların hakimiyetinde bir tarafı Boşnakların ve buradan geliyor yardımlar.
Mutlaka görülmesi gerektiğini düşündüğüm bu tünele giriş 10 KM (15 TL). Tünele girmeden önce bahçede bir odayı sinevizyon gösterimi için ayırmışlar, burada dönen videoyu mutlaka izleyin. O yılları, tünelin nasıl kullanıldığını, şehirde neler yaşandığını görüyorsunuz. Şansıma, benim bulunduğum esnada bir de Türk Grup vardı içeride ve sunumu Türkçe izledim 🙂
Bu videoyu izledikten sonra tüneli gezmenizi tavsiye ederim. Tünelin üstü iki katlı bir ev. Ev müzeye dönüştürülmüş ve iyi hazırlanmış.
Paketler 1965 Yılı Vietnam Savaşı’ndan; Sözde Gıda Paketleri… Evlerin camları bantlanıyor, patlayıp dökülmesin diye…
Bağımsız Bosna-Hersek’in Bilge Kral olarak anılan ilk cumhurbaşkanı Alija İzetbegović, savaş esnasında rahatsızlığından dolayı birlikleri tünelde bu koltuk üzerinde denetlemiş.
Aşağıda savaş zamanı Saraybosna’dan ve Tünel’den görüntüler mevcut.
Tünelden tekrar taksiyle Ilıca’ya dönmek istemiştim ama taksi bulamayınca içerideki Türk Grupla tüneli gezen ve Bosna’ya birkaç gün için gelmiş Taha Abi ile tanıştım. Kendisi THY’de İş Yeri Hekimi olarak çalışıyormuş, araba kiralamış ve yarın da Mostar’a geçecekmiş. Aynı gün ben de otobüs biletine sahip olduğumu söyleyince “boşver onu, iptal et birlikte gidelim” dedi, kabul ettim. Taha Abi’yle Ilıca’ya birlikte geldik oradan ben Başçarşı’ya döndüm Taha Abi de grupla birlikte adını unuttuğum bir parka gitmişti. Ertesi sabah Mostar için Başçarşı’da buluşmak üzere sözleştik.
Başçarşı’ya döndükten sonra buraya 15 dakika yürüme mesafesinde olan şehitliği görmeye gittim. Burada Alije İzzetbegoviç‘in de naaşı bulunuyor (altta kubbenin altında). Şehrin herhangi bir tarafına doğru baktığınızda bu şehitliklerden hemen her tarafta göreceksiniz.
Alttaki fotoğraf At Meydanı’ndan, ortadaki yapı müzik köşkü olarak biliniyor, kafeterya olarak kullanılıyor. Buraya at meydanı denmesinin sebebi önceden bir hipodromun bulunması.
Burası da Bakırcılar Çarşısı’nda bir dükkan… Onu özel kılan Osmanlı Dönemi’nde Balkanlardaki karışıklıklardan dolayı İstanbul’dan mangırlar (paralar, maaşlar) gönderilemeyince bu dükkanda basılan paralarla yeniçerilerin maaşlarının ödenmesi. İçeride basım yapılan odayı görmek istemiştim ama maalesef dükkan kapalıydı. Yolunuz düşerse uğramanızı tavsiye ederim.
Avrupa’nın en büyük kütüphanesi iken soykırım zamanı yakılmış, 2 milyon kitap kül olmuş. Bu bina şu anda Belediye Binası olarak kullanılıyor.
Başçarşı Camii’nin arka tarafında Koca Sevda adında bir kafe var burada Boşnak Şerbeti ve Kahve içebilirsiniz. Şerbet 3 KM ve bizim mesir macununun sulandırılmışı gibi demirhindi şerbeti gibi harika bir kokusu ve lezzeti var, kahve de 2 KM. Mekan oturmak için güzel, Başçarşının kalabalığından uzak tavsiye ederim.
Son Not: Bir sonraki gün Mostar yolunda olacaktım. Otobüs biletimi de Saraybosna’ya geldiğimde almıştım. Yalnız yazımda bahsettiğim gibi tünelde tanıştığım Taha Abi ile Mostar’a gideceğimiz için biletimi nasıl iptal edebilirim diye otogarla görüştüm. Bilet iptali mümkün, %10 kesinti yapıp kalanı iade ediyorlar. Otogara git gel zaman kaybı yaşamak istemediğim için bileti de iptal ettirmemiştim. Bilet iptali mümkün yani, bunu bir yere yazın, lazım olabilir.