Merhaba, sizinle en son Aix-en-Provence ‘a gitmiş bütün gün şehri gezip akşam treniyle Marsilya‘ya geri dönmüştük. Bu kez sabah erkenden Marsilya’yı keşfetmeye başlıyoruz.
Bakınız burası Saint Charles Tren İstasyonu’na çıkan merdivenler, gerçekten çok azametli duruyor 🙂 merdivenlere tırmanıp; inip çıkanları seyredebilir, oracıkta oturup Eski Limana’da doğru bakarak, hayal kurabilirsiniz.
Eski Limanı daha yakından görmek isterseniz yukarıdaki merdivenlere sırtınızı verip önünüze düşen caddeyi 10-12 dakika kadar yürümeniz kafi. Cadde üzerinde küçük kafeteryalar karşınıza çıkacaktır, hatta solunuzda bir alışveriş merkezi göreceksiniz; acele etmeyin önce Marsilya sonra alışveriş 🙂 Kafeterya demişken; kahvaltı da yapmadıysanız kruvasanlar son derece lezzetli oluyor söyleyeyim, nereden aldıysam sanki hepsi aynı fırından çıkmış gibiydi. “Beurre” yazanları tereyağlı olanlar, ben çok beğenerek bol bol yedim, yol üstünde bir dükkandan alıp limana kadar yiye yiye yürüyebilirsiniz. Ohh!
İşte burası da Eski Liman; mis gibi yosun kokusuna karşı tepedeki Notre-Dame de La Garde’nin masalsı duruşu karışırken, tren istasyonunun merdivenlerinde otururken kurduğunuz hayalinizi, ayaklarınızı denize doğru salarak burada süsleyebilirsiniz.
Eski Limanda küçük bir balıkçı pazarı da var;çok canlı, taze ilginç balıklar gördüğümü söylemeliyim. Balıkçı pazarı küçük ama bu liman Avrupa’nın en eski ve Akdeniz’deki en büyük limanı olarak biliniyor. Eski Liman’ın tek numarası bu balıkçı pazarı değil tabi; hemen bir ucunda bir dönmedolap ve aşağıda gördüğünüz gibi dev bir ayna barındırıyor. Ayna; hem bir gölgelik, hem bir şemsiye en çok da turist çeken bir mıknatıs gibi 🙂
Sabah saatleri olduğundan fazla meraklısı yoktu ama gün içinde bir kez daha gördüğümde epey bir insan benim gibi aşağıdan bakıp aynadaki fotoğrafını çekmeye çalışıyordu 🙂
Eski Liman, Notre-Dame de La Garde’yi görüyor. Notre-Dame de La Garde bir Katolik Bazilikası, 1214 yılına tarihlenen bir Bizans Kilisesi’nin kalıntıları üzerine yapılmış. Bugün Marsilya’nın en çok ziyaret edilen noktasıymış. Barselona’da Barselona Stadı ne ise burada da bazilika o anlaşılan. Halk, bazilikanın şehrin koruyucusu olduğuna inanıyor.
Marsilya’yı tepeden izlemek isteyebilirsiniz. Tepeye yürüyerek de tırmanabilirsiniz ama bunun yorucu olacağını söylemeliyim zira eğim oldukça fazla. Siz iyisi mi limana yakın Vieux Port-Jean Ballard otobüs durağında bekleyin ve 60 numaralı otobüse atlayın, 6-7 dakika içinde tepede olacaksınız. Bileti otobüste de alabiliyorsunuz, bunun için üzerinizde biraz bozukluk bulundurursunuz; bilet 1,70 euro gibi birşeydi ama şoför benim uzattığım paranın üstünü veremeyince paramı iade etmişti. Otobüs, durağa ulaştığımda geldiğinden durağın yanındaki büfeden de bilet alacak vakti bulamamıştım ve gerçekten bozuk param yoktu 🙂
Notre-Dame de La Garde’yi diğer ibadethanelerden ayıran bir özelliği var ki o da içeri girdiğinizde bir üst katta sizi karşılayacak olan, tavandan sarkan gemi maketleri. Aslen Sinoplu olduğumdan küçüklüğümden beri aşinayım bu güzelliklere. Sinop’ta kotracılık olarak bilinen bir el sanatı ile ahşaptan, irili ufaklı takalar, yatlar, kotralar, gemiler yapılır. Bu tavandan sarkanlar, benim Sinop’ta gördüklerimin yanında sönük kalsalar da bana burada Sinop’u hatırlattığından, zihnimde hep güzel hatırlayacağım bir yer olarak kalacak. (Liman, zor zamanlarda denizcilere korunaklı bir alan yarattığından ve bu bazilikanın da koruyucu etkisine inanıldığından; denizcilerin koruyucusu olduğunu göstermek adına da bir minnet nişanesi gibi bazilikadaki yerlerini almış bu maketler de. Denizci demişken, şehrin milattan önce 6. yüzyılda Foçalı Denizciler tarafından kurulduğu söyleniyor.)
Navettenin tadına bakıp beğenmedikten sonra 🙂 buradan üzümlü cevizli bir ekmek alıp yiyerek yürümeye devam ediyorum. (Üzümlü ekmek 1,20 euro bu arada 🙂
Hemen ileride solda St. Victor Manastırı bulunuyor ve önünde bir seyir terası… Fırından aldıklarınızı bu seyir terasındaki banklardan birine oturup eski limanı seyrederken tüketebilirsiniz: benden söylemesi, harika bir soluklanma yeri.
Bu seyir terasında biraz dinlendikten sonra yürümeye devam ediyorum.
Merdivenleri çıktığınızda sizi böyle güzel bir havuz karşılayacak, su sesi bütün yorgunluğunuzu alacak, oturun ve biraz dinlenin.
Cours Julien‘e açılan sokaklar ve meydanın etrafında yer alan kafelerin, barların, restoranların… rengarenk graffitilerle hazırlanmış bir kimlikleri var. İstanbul’da Karaköy’de ve Kadıköy’de karşımıza çıkabilecek türden graffitiler ama farkı, graffitiler sadece duvarları süslemiyor burada mekanlar da kendilerini bunlarla ifade ediyorlar.
Çektiğim bazı fotoğrafları aşağıda paylaşıyorum. Marsilya’ya gelip Cours Julien’i görmek için bir 30 dakikanızı ayırmazsanız eksik dönmüş olursunuz.
Marsilya farklı milletlerden insanları barındırıyor. Aşağıdaki ilk iki fotoğraf Senegal ve Hindistan restoranlarına ait…
Dükkanların bazıları açık bazıları da akşam 19-19:30 gibi açılıyor.
Hemen altta fotoğrafını paylaştığım dükkan efsane 🙂 içeri girdiğimde beni çocukluk yıllarıma götüren sakızları görmek çok güzeldi. 1990 yılı ve öncesinde doğanlar eminim bu dükkanda çocukluk yıllarına ait bir iz bulacaklar.
Hoşuma giden bir diğer dükkan girişi; pembe filin ayak izlerini görüyorsunuz 🙂 sanırım krep yapıyor burası da…
Fransa’da 6 milyon Müslüman yaşadığı söyleniyor. Marsilya ‘da kaç camii var bilmiyorum ama eski şehirde birkaç tane sayabildim. Onlardan biri Mosquee Tahara, Senegallilerin yoğun olduğu bir semt gibi geldi burası bana. Camii 4 katlı bir binanın zemin katında.
Marsilya‘da pencerelere panjur zorunlu tutulmuş sanki, pencerelerin demir parmaklıklarının arkasında dahi panjurdan vazgeçmemişler. Bu hem çok güzel görüntüler veriyor, hem de mesken sakinlerine gece daha kaliteli bir uyku vaad ediyor (biliyorsunuz kapkaranlık bir odada daha kaliteli uyunuyor, detaylarına girmiyorum, melatonin salgılanması falan…). Aşağıdaki fotoğraf Rue du Panier ‘den… Bu bölge, Marsilya’nın gezmekten keyif aldığım yerlerinden biri oldu, eski limana çok yakın, görmeden dönmeyin.
Marsilya’da Ekim soğuğu sabah erken saatlerde ve akşam saatlerinde daha bir hissettiriyor kendini. Burada insanların, boyunlarından fularlarını eksik etmediklerini söylemeliyim, şortlu gezen ama fularını, atkısını boynuna dolamış insanlar: sanırım bu şekilde bağışıklığın kapısını -boğazlarını- koruyarak hastalanmıyorlar. Bir de “kahvemi içmezsem olmaz” durumu var ki buranın bir kültürü belki de sabah kruvasan-kahve kahvaltı yapanlar, kahvesiyle dolaşanlar, bir kenarda kahvesini yudumlayanları sıkça görüyorsunuz.
Sokaklarda başıboş köpek görmedim ama köpekleriyle gezen pekçok Fransız gördüm, sanki tüm köpekler sahiplenilmiş gibiydi… Biraz abartmış olacağım belki ama cadde ve sokaklardaki köpek pisliklerinden bazen seke seke yoluma devam etmek zorunda kaldım, gün ortasında çöp konteynırına işeyen birini görürseniz de şaşırmayın… 🙂 Tamam tamam sanırım ara sokakları biraz fazla dolaştım. Bunlar hangi büyük şehirde olmayan şeyler ki zaten?!
Yukarıda Marsilya Belediye Binasını görüyorsunuz. Bir kimliği var öyle değil mi? Bizim büyükşehirlerimizin belediye binalarının hangi mimariden etkilendiğini bilen var mı? Ya İstanbul Büyükşehir Belediye Binası’nın? İlk belediye başkanı Hızır Bey ve kuruluşu 30 Mayıs 1453’e tarihlenen bir kurumun binaları nerede ve nasıl görünüyor dersiniz? Bir karakteristiği var mı? Olması gerekmez mi? Saraçhane’deki binanın dış cephesi italyan arenalarının dış cephesine benzemiyor mu, bizim Beşiktaş Arena’ya benzemiyor mu? Bilmeden soruyorum!
Neyse bakalım 🙂 Güney Fransa gezimize bir sonraki durağımız olan Carcassonne’da devam edeceğiz.